hesabın var mı? giriş yap

  • kisiler: bir arkadas ve babasi
    yer: istanbul

    arkadas gece eglencesini sevmekte ve cogunlukla sabaha karsi eve donmektedir. ailesiyle beraber yasadigi mahalleye de zaman zaman buyuk kopek ceteleri musallat olmaktadir. babasi, arkadasi hep "eve sabaha karsi donuyorsun, sarhos donuyorsun, bir gece kopekler sana saldiracaklar, sarhos halde bir sey yapamayacaksin, dikkat et!" diye uyarmakta ve kendince bir cozum sunmaktadir: "eger kopekler sana saldirirsa, sen de dort ayaginin uzerine in, onlar havladikca hirladikca sen de havlayip hirla, dislerini goster!" bu uyarilari dinleyen arkadas, "lan?! babamin da kafasi iyi galiba, kopekle oyle mi mucadele edilir, tey allahim" diye kendince kenardan kenardan gulmektedir.

    babasinin onerisine kiciyla gulen bu arkadas, sabaha karsi eglenceden dondugu bir sefer, mahalleye girdigi anda 20-30 tane iri kopekle karsi karsiya kalir. once yusuf yusuf diye cagirsa da gelen giden olmaz. sarhos kafayla bir an "kaybedecek neyim var ki" diye dusunup kopek taklidi yapmaya karar verir, dort ayak uzerine iner, kopekler tarafindan etrafi sarilir, fakat hepsine havlaya havlaya kopekleri bertaraf eder, rahat bir nefes alip evine girer. kendisinin onurlu mucadelesini balkondan caktirmadan izleyen babasi takdir dolu cumlesini patlatir:

    - lan it oglu it! amma potansiyel varmis sende ha!

  • başlığı görünce;
    -sobanın aşırı ısıtmasıyla odanın kapısını açmak, akabinde balkanlardan gelip bizim hole yerleşmiş olan soğuk hava dalgasını anında hissedip kapıyı 10 saniye sonra kapatmak.
    - yemeklerin sobanın üstünde pişirilmesiyle odanın yemek kokması.
    - her daim sıcak su olduğundan sürekli çay içmek.
    - sobaya odun almak için dışarıya çıkmak ve çıkarken üşenildiği için üste birşey alınmadığından kıçın donması.
    - sobanın fırınına bütün patates atmak ve bu patatesleri pekmeze sürerek yemek.
    - yeni gelen misafirleri hemen sobanın yanına bir minder atıp oraya oturtmak
    - sürekli sobanın altında uyuklayan miskin kediyi rahatsız etmek.
    - saba tüttüğü zaman odanın içerisinin dumanla dolması,dumanın gitmesi için kapıyı açmak fakat içeriye soğuk geldiği için kapıyı kapatıp dumanla bereber oturmak ardından gözlerin yanmasıyla tekrar kapıyı açmak.
    - küçük olduğunuz için sizin sobalı odada yatmanıza izin verilmesi ve sabah sobayı yakmaya gelen babanın gürültüsüyle uyanmak.
    gibi çocukluğuna dair güzel anılar aklına gelen çocuktur.

  • bir önceki aşaması: yanlış kişiyle evlenileceğinin anlaşıldığı an.

    kim anlatmıştı hatırlayamadım. gerçek bir olay. nikah salonunda merdivenleri inerken kadın kravatını düzeltiyor adamın. hani, sanki beğenmiyormuş gibi. adam bi duruyor şöyle, suratına bakıyor kadının. artık n'oluyosa o anda, dönüyor sırtını, çıkıp gidiyor. sonra ikisi de başkalarıyla çok mutlu evlilikler yapıyor.

    haaaaa şimdi hatırladım; eski kaynanamdı anlatan.

    ulan acayip gülme geldi.

  • tozludur. kedili ya da köpeklidir. hafiften eskimiş (umarsızca eprimiş) mobilyalar dikkat çeker. kapının hemen yanında bisiklet bulunma ihtimali yüksektir. mevsim itibariyle unisex sandaletler de hemen kapı önündedir, eskitme deri ve matlaşmış tokalıdır bunlar muhtemelen. eve sinmiş puro kokusu olmazsa olmazdır. organik ürün ambalajlarıyla dolu çöpler geri dönüşüme gidecekler ve gitmeyecekler olarak ikiye ayrılmış olabilir. sık sık hali hatrı sorulan ve çoluk çombalak ahbap olunmuş olunan kapıcı hikmet abi bunları nasıl ve nereye atacağını zaten bilir. duvarlarda en az bir eski türk sanat müziği sanatçısının portresi bulunabilir, plaklar, pikap, tütsü, minder, kütüphane, çeşitli ülkelerden getirilmiş ıvır zıvır, çeşitli ülkelerde (bilhassa küba) çekişmiş pek çok fotoğraf, deniz kabuğu, sabun.. daha sayıyım mı. hah bi de tuvalette kütüphanemsi bir kitap yığını olma ihtimali yüksektir. uykusuz, penguen, post ekspres, ya da yeni harman gibi dergilerden oluşan bir topluluk da olabilir klozet yakınlarında. balkon varsa en az bir kaç çeşit çiçek ya da maydonoz, nane gibi gıdalardan bir kaçının ekilmiş olması muhtemeldir. daha gizemli balkonlarda hint kenevirine de rastlanabilir.

  • - nerede bu kadın ya bir dakika durmuyor evde.
    + baba komşuya gitti ne yapsın akşama kadar evde mi oturacak?

    on dakika sonra;

    - bak hâlâ gelmedi! çayı bile kendimiz demliyoruz!
    + tamam baba tamam!

    tam çayı içecekken kapı anahtarla açılır ve anne içeri girer ve babam bombayı patlatır:

    - hanım ben de tam diyordum ki anneniz olmayınca çay bile içilmiyor bu evde nerede kaldın yahu?

  • avrupali kiz sokaga ciktiginda turkiyedeki kadar sapikla, namussuzla karsilasmadigindan haliyle verecegi tepkiler daha iliman oluyor.

    kardesim turkiye'de cocuklara, hayvanlara tecavuz ediliyor her gun; kizlar tedirgin, asik suratli gezmesin de napsin? sapiklara yuz mu versin?

  • yıllardır sözlüğe girip birşey yazmış değilim ama şu filmin üstüne yazılanlara da girip cevap vermeyecek kadar kayıtsız kalamadım.

    öncelikle bu film naim süleymanoğlu'nun sporcu kişiliğini, olimpiyat başarılarını vs anlatmıyor. film tamamen çocuk yaşta kendisinin ve ailesinin kimliğinin yok edilmesine karşı isyanını ve bunu tüm dünya'ya duyurma isteğini anlatıyor. naim bunu yaparken en iyi yaptığı şey olan halteri kaldırıyor sadece. spor hayatı, olimpik başarıları, spor sonrası hayatı, siyasi denemeleri vs başka bir filmin konusu olabilir. bu film naim'in halterle yapmak istediği en büyük şeyi yapıp bulgaristan'da baskı altındaki türklere ,türkiye sınırını açtığında bitiyor, ordan sonrası başka bir naim zaten. filmi eleştirirken buna göre eleştirin.

    ikinci olarak da sürekli milliyetçilik pompalanmış, akp reklamı olmuş vs eleştirilere gelsin. milliyetçilik kavramı günümüzde akp ve yandaşlarının elinde bir silaha dönüşmüş kavram haline geldi. insanı kendi milli takımından soğutan bir ortama dönüştü, tamamen içi boşaltıldı ve iğrenç bir hamaset aldı yerini. fakat bu filmi izlerken bunları düşünenler filmde yaşanan hikayeyle ilgili en ufak bir bilgi sahibi değildir eminim. bulgaristan'da doğmuş, 2 yaşında naim'in açtığı yolla türkiye'ye göç etmiş bir ailenin çocuğuyum. filmde anlatılan olayların hiç birisi abartı değil, hatta eksikler bile var fazlasıyla ama filmin önüne geçmemesi için muhtemelen bu kadar yeterli bulunmuş.

    o dönem bulgaristan'dan kaçıp türkiye'ye göç eden herkes evini, işini gücünü bırakıp geldi. taşınabilecek neyi varsa aldı geldi. arabasını, motorunu yok pahasına satıp geldi. türkiye'ye geldiğinde aynı dairede iki aile birlikte kaldı geçinebilmek ve bu zorlukları atlatmak için. doğduğum köy naim'in köyüne 20 dk mesafece, filmde adı geçen türkan bebek'in ailesiyle aynı mahallede oturuyorum, git annesine de akp reklamı gibi olmuş milliyetçilik kasmışlar diye bakalım ne oluyor? o zamanki insanlar için türkiye bir kurtuluşmuş ve sınırı geçince yeri öpmesi kadar doğal birşey yok. naim süleymanoğlu kazandığı başarılarla, yaptığı açıklamalarla bulgaristan üzerinde bir baskı oluşturmasa belki bugün ufak çaplı bir soykırım konuşuluyor olurdu, küçümsenecek bir şey değil.

    filmin eleştirilecek yerleri vardır yoktur ama bilip bilmeden o dönemin şartları hakkında fikir sahibi olmadan 'bu' dönemin şartlarına göre filme etiket yapıştırmak saçmalıktır başka birşey değil. 89 yılında bulgaristan'da herşeyini bırakıp yeni bir hayata sıfırdan başlamak zorunda olanların yaşadığı milliyetçilikle günümüzdeki aynı değil.

    bu film naim süleymanoğlu'nun bir halkın kaderini nasıl değiştirdiğini anlatıyor. bunu anlamayanların filmi beğenmesi zaten zor.

    filmle ilgili canımı sıkan şeyler ise en başta konuşmalar ve şivenin tam olarak yansıtılaması. anne ve biraz da baba haricinde konuşmalar kulağımı tırmaladı. yıllarca ailemde ve çevremde bu dilde konuşuldu ve bazı yerlerde gerçekten canım sıkıldı. naim'in ilk türk hocasının konuşması tamamen falso mesela, orda öyle bir türkçe yok. naim'in sürekli 'abe' demesi de tuhaftı çünkü orda insanlar kendinden büyüklerine 'aga' der. filmde naim'in mahallesindeki yerel teyzelerin dili olması gerekendi, keşke o konuya daha çok çalışılsaymış.

  • ne fütüristik cyberpunk senaryolarından ibarettir ne de antidotu devlettir.

    1600'lerde şirketokrasi vardı. vereenigde oostindische compagnie kendi kazancı ile satın aldığı silahlarla donattığı bir askeri gücü kullanmakta serbestti. jan pieterszoon coen ismini googlelarsanız adamın iki ünvanı olduğunu görürsünüz: voc genel valisi ve voc subayı.

    bu adamların problemi çalışanlarına az maaş vermekten çok daha fazlasıydı: istediklerini esir alıyorlar, istediklerini öldürüyorlardı. kâr hırsı ile yapılan tüm o katliamlar devletin yokluğunda değil, devlet ile anlaşmalı olarak gerçekleştirildi. çünkü o çağda öyle önemli bir ticareti yeterli güvenlik önlemlerinin alınmadan yapılmasına göz yummak büyük cesaretti, uzun yolculukta dandik gemiler bir korsan saldırısında telef olup gidebilir ve yapılan tüm yatırımlar da okyanusun dibini boylayabilirdi. binaenaleyh hollandalı eyalet temsilcileri lahey'deki meclislerinde bu işi güçlü bir tekelleşmenin ellerine emanet etmeyi bizzat kendileri makul buldular. bu o dönemdeki tek şirketokrasi örneği değildi, muadilleri diğer avrupa ülkelerinde mevcuttu.

    bugün insanlar şirketokrasiyi "fütüristik bir senaryo" olarak görmeye devam ederlerken, john perkins dünyayı nasıl dolandırdıklarını pek güzel açıklıyor:

    "işimiz, petrol gibi göze çarpan kaynaklara sahip ülkeleri tespit edip dünya bankası'ndan ya da kardeş örgütlerinden bu ülkelere büyük krediler düzenlemekti."

    perkins'in sözünü ettiği bu sistemin nasıl işleyebildiğinin bir özeti şu:

    altyapı projeleri diye insanlar bilinçli olarak ödemeyecekleri borçların altına sokuluyor. millette elektrik için para verecek durum yokken elektrik santralleri inşa ediyorlar, otoyol kullanabilecek insanların olmadığı yerlere otoyol yapıp, karşılığını alamayınca istedikleri kaynakları sömürmek için gereken meşru zemini inşa etmiş oluyorlar.

    peki hangi devlet, hangi hukuk sistemi, hangi uluslararası denetleyici bu eylemleri yargılıyor?

    özellikle geri kalmış ülkelerde devlet yöneticileri kendi kısa vadeli çıkarları için halklarının fakirleştirilmesine bizzat göz yumuyor. rantçılığın ve yozlaşmanın bir arada tavan yaptığı ülkelerde olaya "hükumet ayrı, devlet ayrı" şeklinde bakılmasının, devletin şirketokrasinin önünde bir engel olacağının düşünülmesinin mümkün olması, "şirketokrasi = cyberpunk" klişesi, ne yazık ki insanların içinde yaşadıkları dünyanın gerçeklerine ne denli yabancılaştıklarının göstergesidir. mevcut sistem bilhassa orta doğu coğrafyası özelinde militarizasyon ile barış içinde işlerken bu nosyondan ısrarla gelecekte gerçekleşebilecek olan nahoş bir olasılıkmış gibi söz edilmesi belâhettir.

    * * *
    ps: belki de çıtalar çok yüksek. artık milleti umbrella corporation'dan, zombi istilasından aşağısı kurtarmıyor. somalili korsanların kaptanını rehin aldığı bir geminin güvertesinde duran adamların captain phillips esprileri yapması kadar abes olan durumlara belki de bu yüzden her gün tanık oluyoruz. gemili bilal bunu beğendi.