hesabın var mı? giriş yap

  • 10 yıl önce ormanda yaşayıp bir anda şehir görünce dünyanın en medeni ülkesinde yaşadığını sanan bazı ormancıların taptığı siyasi.

    başörtülü bacıları!! merdiven altı tekstil atölyelerinde asgari ücretin altında, sigortasız, güvencesiz, günde 12 saat çalıştırılıyor ancak dünya lideri!! bu durumu düzeltmek için kılını kıpırdatmıyor.

    başörtülü bacıları!! dedesi yaşında insanlara satılıyor, çocuk yaşta bebek sahibi oluyor, eski sevgilileri/kocaları tarafından katlediliyor ancak dünya lideri!! bu durumu düzeltmek için kılını kıpırdatmıyor.

    başörtülü bacıları!! üniversite mezunu olup kamuda atanabilmek için gece-gündüz ders çalışıyor, birileri soruları çalıp haksızca o kadrolara atanıyorlar ancak dünya lideri!! bu durumu düzeltmek için kılını kıpırdatmıyor.

    ülkeyi darbecilerden temizlediğini söylerken, ben bu davanın savcısıyım diye kükrerken kendisini alkışlayan yandaşları, çok değil daha 2 yıl bile dolmadan, bu sefer davalarda kata kulli var dediğinde de alkışlıyorlar.

    bundan 8 ay önce "çok özledik sizi hocam, dönün vatanınıza diyen" başbakanı alkışlayan yandaşları, aynı adam için "haşhaşi, hain, sahte alim" dediğinde de alkışlıyorlar.

    bu çelişkiler için "kandırıldık, safmışız" diyen yandaşlarına şunu sormak istiyorum. bu kadar saf, kandırılmaya müsait bir adama ülke emanet edilir mi?

  • kendi toplumuna bok atmak diye düşüneceğine, yerin 300 metre altında hala ulaşılamayan işçilerin ailesi hakkında ne düşünüyorsun onu yazaydın.

    güneş sistemi nasıl oluştu ve dünyada yaşam nasıl başladı bu gibi konular seni ilgilendirmiyor bunu anlıyorum.. muhtemelen 1400 yıl önce arap çöllerinde yazılmış bir kitapta bunun cevabı var zaten senin için.

    adamlar dünyadan 4 milyar mil uzağa iniş yapıyor sen 300 metreye ulaşamıyorsun lan. bok.

  • donmayan buzdolabı, ısınmayan fırın ozellikleriyle on planda olup diger marka beyaz esyalarla uyumsuz calisacaktir. siemens'in yikadigi çamaşırı apple'in utusuyle utuleyemezsiniz mesela.

  • cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan'ın, bülent ecevit'le, bill clinton'ı aynı karede gösteren o meşhur fotoğraf üzerinden yaptığı aşağılamadır.

    en hafif deyimle nezaketsizliktir.

    neymiş efendim! eceviti kastederek, onlar gibi zavallı değilmiş! o devirler geçmiş!

    olma zaten! hiç bir siyasetçimizin, başkanımızın aciz olmasını elbette istemeyiz.

    rahmetli ecevit, böyle bir laf edilecek en son insandır bu ülkede. bütün siyasi hayatı, ülkesinin çıkarlarını savunmakla geçmiştir.

    abd'nin, onca muhalefetine, ambargosuna rağmen kıbrıs çıkarması yapmıştır. abd'ye rağmen, haşhaş ekimi yasağını kaldırmıştır. üstelik bunları soğuk savaş şartlarında yapmıştır. rahmetli, siyasi hayatının bütün döneminde abd'ye mesafeli durmuştur. böyle onurlu duruş sergileyen insana bu laflar edilmez.

    sadece, ecevit'in ırak politikasını takip etseydi, barzani tarafından nasıl kandırıldığını itiraf etmek zorunda kalmazdı.

    edit: rahmetli bülent ecevit'in eşi raşan ecevit, konuyla ilgili açıklama yapmış. açıklamayla ilgili haberi alıntılıyorum.

    --- spoiler ---

    eski başbakanlardan merhum bülent ecevit’in eşi rahşan ecevit yaptığı yazılı açıklamada, türkiye'nin siyasi hayatında nezaketli duruş ve üslubuyla saygın bir iz bırakmış bülent ecevit'in adının son günlerde yanlış algılanmalara yol açacak şekilde çarpıtılarak yansıtıldığını belirterek, “türkiye'nin ulusal çıkarları söz konusu olduğunda özellikle amerika ile haşhaş konusunda yahut kıbrıs ve ege konularında damga vurmuş ecevit günlük siyasi polemiklere malzeme yapılma saygısızlığını hak etmeyecek izler bırakmıştır. bu tip gereksiz polemiklerin toplumda farklı bir algı yaratma amacıyla yapılmış olduğu kaygısıyla kamuoyuna bir açıklama yapma ihtiyacı duydum” ( iha )

    --- spoiler ---

    edit 2: ilgili başlık

    (bkz: 14 ekim 2017 rahşan ecevit açıklaması)

  • dünyada yeni bir virüs salgınından bahsediliyor, uzmanlar henüz virüsün etki alanını, ölümcüllük oranını tespit edememişken millet gelmiş burada espri kasıyor. şu başlık altında biraz faydalı bilgi paylaşılsa da başlığın bir anlamı olsa. neyse ben yine birkaç kişi okuyup faydalanırsa diye mesleki bilgilerimden biraz paylaşayım. coronavirüs salgını için olmasa bile şu ara çok yaygın olan grip salgınından korunmak için basit tedbirler alabiliriz.
    viral bir salgın olduğu belli olmuş. bulaşma mekanizması henüz netleşmemiş şu an itibariyle ama insandan insana geçtiği tespit edilmiş. bu da ilk akla temas ve solunum yoluyla ya da salgılarla bulaşabildiğini getiriyor. bu durumda koruyucu önlemlerimiz bu yönde olmalı:
    1. kalabalık ortamlar (avmler, toplu taşıma araçları, okullar, sinemalar, genel tuvaletler, restoranlar, kafeler, oteller, hastaneler gibi düşünebiliriz) bulaşı riskini en yüksek seviyeye çıkarıyor. en önemli tedbir kişisel hijyen kurallarına dikkat etmek. yani en basitinden el yıkamak, duş almak gibi. eller en bariz bulaşma kaynağı. virüsler havada ve yüzeylerde asılı kalabiliyor. elle dokunduğumuzda bulaşıya araç olmuş oluyoruz. el yıkarken elin sabunla en az 20 saniye (içinizden sayabilirsiniz) temas etmesini sağlamak, tırnak dibi, parmak uçları, aya ve parmak aralarını ovuşturmak lazım. böylelikle kaba kirde tutunan bakterilerin önemli bir kısmını elden uzaklaştırmış oluyoruz. daha ileri bir koruma için alkol bazlı bir el dezenfektanı bulundurup kurulama sonrası ellere sıkmak gerekir. sabun uzaklaştırma işlemi yaparken dezenfektan bakterilerin büyük çoğunluğunu öldürmektedir. bu iki işlemin birlikte yapılması etkinliğini arttırmaktadır. bir de yıkama sonrası mümkün olduğunca tek kullanımlık kağıt havlu tercih edelim. tuvaletlerdeki kurutucular çoğunlukla ortam havasını tekrar ele üflemekte. evde de kişisel havluyu ortak kullanmamaya dikkat edelim.
    2. eczaneden ağız maskesi alıp yanımızda bulunduralım. maskeyi sadece hasta insanlar değil sağlıklı insanlar da kullanmalı ki virüsün solunum yoluyla transferini önemli ölçüde engeller. kalabalık ortamlarda maske takmak en kolay korunma yöntemi. bu kültür bizde yerleşmedi bir türlü maalesef. asyalılar kalabalık toplumlarda yaşamanın gereği olarak çok adapte olmuşlar bu uygulamaya.
    3. çevremizde soğuk algınlığı, grip belirtileri olan ya da öksüren kişilerle doğrudan temastan kaçınalım. maske takmayanları da uyarmak gerek aslında ama ülkemizde ne tip bir psikopatla karşılaşacağımız belli olmuyor. hasta olanların kendini mümkün olduğunca izole etmesi, evde istirahat etmesi ya da ateş, boğaz ağrısı belirtileri ortaya çıktığında hemen acile gitmesi gerek.
    4. çok gerekmedikçe genel tuvaletleri kullanmamaya gayret edelim. mecburi durumlarda da klozet örtüsü vs. kullanmak biraz daha güven veriyor. sprey el dezenfektanını klozet kapağı sifon ve kapılara sıkmak fayda sağlar. dokunulması gereken sifon kapı kolları gibi yerlere de peçete kullanarak dokunmak lazım.
    5. toplu yerlerde zaman geçirildiğinde, eve gelince duş alınmalı ve tüm kıyafetler yıkanmak üzere ayrılmalı.
    6. henüz hasta olmasak bile virüs bulaşmış ve kuluçka aşamasında olabilir. o nedenle sık sık el yıkama, duş alma tedbirine ek olarak diş fırçalama ve boğaz gargarası fayda sağlayacaktır. en kolay gargara, 1 su bardağı kaynamış suya bir çay kaşığı karbonat (kabartma tozu değil) ve 1 çay kaşığı tuz karıştırılarak hazırlanır. ağız ve boğazı sık sık bu gargarayla çalkalamak boğaz ve ağız hijyenine katkı sağlar. 1 su bardağı kaynamış suya 1 yemek kaşığı elma sirkesi koyarak da daha asidik bir gargara yapabilirsiniz. ama asidik gargaralar çok sık yapılmamalı. boğaz dokusunda tahriş ve ödeme sebep olur. faranjit problemi olanlar için de kısa vadede çözüm uzun vadede daha büyük problem olmakta. en güzeli karbonatlı gargaradır. bazik olduğu için boğazdaki tahrişe de iyi gelir.
    7. restoranlarda yemek yerken temizliğine güvenebileceğiniz yerler tercih etmek gerekir. çünkü çatal kaşık ve bardaklar iyi temizlenmezse hastalığı yaymaya devam ederler. bu gibi durumlarda tek kullanımlık çatal kaşık bardaklar tercih etmenizi öneririm.
    8. evde termometre bulundurup sık sık vücut sıcaklığını ölçmek de erken müdahale şansını arttıracak basit uygulamalardan.
    9. evdeki uygulamalarda da yine temizlik ve hijyen kurallarına azami dikkat etmek gerekiyor. bulaşıkların makinde yıkanması bulaşıkların daha yüksek sıcağa maruz kalmasını sağlıyor ki bu bir avantaj. diğer bir tedbir de çatak bıçak kaşık ve bardakları kaynayan suda bekletmek. yine kaynayan su içine çok az çamaşır suyu eklemek dezenfeksiyon sağlar. özellikle evde hasta birey varsa, çamaşır suyu kullanmak en garantili çözüm ama sonrasında çok iyi durulama yapılması gerekir. ama plastik kaplar için çamaşır suyu kullanmamanızı tavsiye ediyorum. özellikle ağız ile temas eden mutfak malzemeleri için cam, porselen ve çelik malzeme kullanmak gerekir. taze sebze ve meyveleri ise yarım saat sirkeli suda bekleterek dış kısımlarda tutunan mikrop yükünü önemli ölçüde azaltabiliriz.
    10. ev temizliğinde de banyo, tuvalet gibi nemli ortamlar ve kapı kolları gibi doğrudan temas noktaları bulaşıyı arttırır. banyo, tuvalet ve mutfak tezgahlarında yine çamaşır suyu kullanılabilir. organik temizleyiciler maalesef bu tip salgın durumlarında yeterli dezenfeksiyon sağlamıyor. çamaşır suyu kullanılarak yapılan temizlik sonrası ortamın iyice havalandırılmasını da sağlamak gerekir.
    11. işyerlerinde korunabilmek için, temizlik konusunda şüphe duyarsanız öncelikle kendinize özel bardak ve kaşık çatal bıçak temin edebilirsiniz. ya da tek kullanımlık malzemeler kullanabilirsiniz. ayrıca, hasta olduğu belli kişilerle doğrudan temastan kaçınmak, insanlarla öpüşmemek, gerekmedikçe tokalaşmamak da riski azaltır. ama unutmayın ki virüsler hava yoluyla bulaşabilmekte. bu nedenle eğer open ofis çalışma stiliniz varsa maske kullanmanızda fayda var.
    12. çocuklar (dolayısıyla okul ve kreşler) maalesef bu tip salgınların en hızlı yayıldığı ortamlar. çocuklarımızı evde kişisel bakım ve temizlik konusunda iyi eğitmeliyiz ama neticede onlar çocuk. eğer hasta çocuk varsa kreşe ya da okula kabul edilmemeli. bu konuda ailelere iş düşüyor. özellikle çalışan anne babalar için büyük sorun oluyor bu durum ama toplum sağlığı için dikkat edilmesi gerekiyor.

    buraya eğitimlerde anlattığım konuların bir kısmını yazmaya çalıştım. aklıma başka detaylar gelirse eklemeye çalışırım. birçok kişiye yazdıklarım abartılı gelecektir belki ama inanın bunlardan birkaçına dikkat ederek bile korunma tedbirlerimizi arttırabiliriz. ben sadece var olan virüsten uzak durma yöntemleri konusunda bilgi aktardım. kişisel sağlıkla ilgili en güvenilir bilgiyi doktorlar verir. o nedenle şunu yiyin bunu için diyemem ama var olan bir sorunla baş edebilmek için alabileceğimiz birçok tedbir de var.

  • korkmayın ulan bu adamdan artık, gelsin emniyet, fişlesinler amk. böyle yüzsüzlük olmaz ulan, o alkışlayanların hepsinin eli kopsun, ulan ne utanmaz arlanmaz insanlarsınız ulan siz. şakşakçılar alkışladıkça ben yerin dibine giriyorum.

  • kimse hitlerin yaptıklarını doğru bulmaz, övmez ancak hitler dışındaki dönemin eli kanlı liderlerini eleştirince istemsiz olarak hitler övülüyormuş gibi anlaşılıyor.
    hitlerin kötülüğü neden genel kanıdır?
    tek bir açıklaması var, savaşı kaybettiği için.
    ırkçılık mı hitleri kötü yaptı? ırkçılıkla savaşan abd(!)'de 1960'lı yıllara kadar siyahilerin otobüste ön koltuğa oturamamaları gibi saçma ırkçı kuralları vardı. düşünün 60'lı yıllar!
    çalışma ve esir kampları mı hitleri kötü yaptı? sovyetlerin bu konuda eline su bile dökemez sanırım.
    işgalcilik mi hitleri kötü yaptı? o dönem dünya haritasında rast gele bir yere parmağınızı koysanız ya ingiliz ya da fransız sömürgesidir.
    hitleri ne kötü yaptı biliyor musunuz? yaptıklarını, yapmadan önce yapacağını söylemesi ve yaptıktan sonra da bunları normal olarak kabullenmesi kötü yaptı.
    hangi demokrasi bir ülkenin sivillerine karşı atom bombasını meşru gösterebilir? bunu gösterdi diyelim ikincisini nasıl meşrulaştırabilir ki?
    hitlerin övülecek bir yanı yok ancak diğer katillerin de kahramanlaştırılması tam bir kahpelikmiş gibi geliyor.

  • ben neden elestirildigini anlamadim. bence guzel, kadin yok icinde diye elestiriliyor da "gidince anlarsin kiymetini" tadinda olmus... adamlarin hicbirisi de "benim camasirlari kim yikayacak?" modunda birsey demiyor. bence o bunu izleyen insanlarin onyargisini gosteriyor sadece... hele ilk adam cok ciddi uzulmus belli ki... ucuncu adam "gunde 3 kere kabrine gidiyorum" diyor daha nasil bir sevgi bekliyorsunuz ki?

    hedef kitlesini dusunursen charlie's angels modunda "we can do it yes baby! womanpoweeeer!" modunda birsey mi bekliyordunuz. konya belediyesi aynen bu amca gibi tipler icin hazirlatmis...

  • varsayalım ki bir kulübede yaşıyoruz. güç bela elde ettiğimiz, bizi dışarının tehlikelerinden koruyan, yaşayabildiğimiz bir yuva. dışarıdaki tehlikelere de çok fazla maruz kalmış, ziyadesiyle ürkmüş ve bu kulübeyi başımızı sokacak bir yer inşa etme arzusuyla yapmış olalım. daha derli toplu bir ev yapmaya imkanımız olmamış olsun, manzarası daha açık, odaları birden fazla, yazın serin kışın sıcak bir evle alakası olmayan bir kulübe var elimizde sadece. bu kulübe ve dışarının tehlikeleri. bu kadar fazla tehlikeler atlatmış ve bu kulübeyi güç bela edinmiş bir insana dışarıda başka bir dünya var ve sen niçin bu kulübede tıkılıp kalmışsın diye sorsak alacağımız cevap "ben burada mutluyum, bana dokunma" olurdu herhalde.

    ruhsal dünyalarımızda bu kulübenin eşdeğerlileri var. konfor zonunun dışına çıkmak inşa ettiğimiz kulübeyi bırakıp daha derli toplu bir ev arayışına girmek ya da dünyayı olduğu gibi sahiplenip her yerde kendi tarzımızı yaşamaya devam etmek ya da gerektiğinde tarz değiştirecek içsel esnekliğe sahip olmak anlamlarına geliyor olabilir. ama nasıl olacak? fiziksel dünyada kulübesini bırakamayan ve dışarıyı tehlikeli algılayan bir kişiye başka dünyaların ve başka evlerin olasılığını göstermek ve onu buna inandırmak ne denli güçse (çünkü yaşadığı tehlikeler dünyayı tekinsiz kılmıştır ve ömrünü kulübesinin konforsuz ama güvenli alanında geçirmek isteyecektir), içsel dünyalarımızda kendi kulübelerimizden çıkmak ve başka tarzların mümkün olduğunu görmek çok daha zordur.

    çünkü bu içsel kulübelerimizi, konfor alanı dediğimiz ama aslında içsel bir ölülük halinden hiç de uzak olmayan, hareketliliğimizi kısıtlayan, bazen iyice aşırılaşarak "acaba yaşıyor muyum yoksa bir zombi miyim?" diye sordurtan, esnekliğimizi rijitlikle takas ederek ve hayata karşı belli tutumlar sergileyerek ancak güvenlikte hissedebildiğimiz, ancak stabil kalabildiğimiz bu alanı yaratan çok eskiden beri şekillenen ve her bir olayda üzerine bir tuğla daha koyarak iyice geçişsizleştirdiğimiz ruhsal savunmalarımız. konfor zonu dediğimiz şey içimizdeki savunmaların bir örgütlenişi bana kalırsa. bu savunmaları örgütleyense dışarının tehlikeleri değil, içimizdeki yıkım korkusu. içsel olarak ne denli tehlikedeysek, tarifsiz acılara ne denli açıksak, ne denli dehşet duymuş isek bu savunmaların duvarları da o denli kalınlaşıyor. hayatta kalabilmek için içsel bir ölülük haline rıza gösteriyoruz. bunu yapan da bilinçli bizden ziyade bizde bir yabancı olan bilinçdışı savunma düzeneklerimiz.

    kendi içimizdeki dehşet hissine, acılarımıza, çaresizliğimize yaklaşmaktan korkan varlıklar olduğumuz için savunmalarımız var. ama bu savunmalar da kendi kendimizi içine hapsettiğimiz duvarlar örüyor. duvarları kırıp kulübenin dışına çıktığımızda nasıl bir acıyla karşılaşacağımızı tahmin ediyorsak, hatta daha da kötüsü tarifsiz acılarla bile karşılaşmamız olasılık dahilindeyse, hangi motivasyon ve cesaretle o duvarları kırabiliriz ki? konfor zonumuz dediğimiz bu kısıtlı alan kurtarıcımız olmuş ise ve bu kurtarılma pahasına içsel canlılığımızı feda etmiş isek (acı çekmemek için ölülüğe rıza göstermek) bu döngüden çıkmamız nasıl mümkün olacak?

    kayıp deneyimini göze almadan konfor zonundan çıkmak mümkün değil gibi görünüyor. kulübeyi terk edip dünyaya açılabilmesi için o adamı ya da kadını dünyanın güvenli olduğuna ikna etmemiz gerekiyor. içsel düzlemde ise yardıma en az kulübedeki adam/kadın kadar muhtacız. konfor zonundan tek başına çıkmak imkansız bana kalırsa, çünkü zaten tek başına kaldığımız için, çaresizlik ve dehşet içinde inşa ettik o alanı. kendi yaptığımızı kendimiz bozamayız, eğer kumar oynamıyorsak yaşamımızla, eğer çılgınca bir eyleme geçiş olmayacaksa bu dışarılık deneyimi.

    gerçek kişilerin yardımı olmadan konfor zonumuzu terkedemeyiz özetle. çünkü bu dışarıya açılma deneyimi pek çok acıya gebe, pek çok yıkımı ve pek çok terkedişi, pek çok kaybı içerecek. yaşanması gereken acılar, çekilmesi gereken yaslar, düşülmesi gereken depresyonlar olacak. özgürleşmek kapitalist düzenin pompaladığı tüketim özgürlükleri ya da bedensel özgürlükler kadar basit bir sözcük değil. bilinçdışı savunmalarla ördüğümüz bu konfor zonuna kendi başımıza yaklaşmamız çok kolay olmadığı gibi, şiddetli şekilde bu savunmaları yerinden ettiğimizde o ana kadar sahip olduğumuz ruhsal evimiz de başımıza yıkılabilir ve çıplak bir dehşeti yaşarız sadece. eğer bir gün içsel ölülüğümüzden (benim için konfor zonunun eşanlamlısı bu) dışarı çıkabilecek isek, bunu deneyimlemiş insanlara ihtiyacımız var, tek başımıza pek kolay değil. bir slogan olarak "konfor alanından çıkmalısın" cümlesi çok kolay görünse de, gerçeklikte bu en zor yaşam deneyimlerinden birisi.

  • şu videodan gördüğüm olay. bir ailede yer sofrasına konuk olmuş. önüne bir tarafında et, bir tarafında pilav olan bir yemek gelmiş. yemeğin etli tarafı kılıçdaroğlu'nun önündeyken muhtemelen refleks olarak kendiliğinden yemekteki etli tarafı çocuğa doğru çeviriyor.

    bu karakterdeki bir adam halkın aleyhine bir iş yapmaz bence.

    görüntüler şuradan izlenebilir. 10 saniyelik video zaten.