hesabın var mı? giriş yap

  • bir görme özürlü adam vardır maltepe pazarının girişine yakın yara bandı satan...

    bir karton kutusu vardır, onun üzerine oturur, yanında getirdiği küçük siyah çantasından 10lu yara bandı paketlerini çıkarır, ve çekine çekine duyurmaya başlar işini:

    "10 adet yara bandı 1 milyon lira..."

    yandan akıp giden kalabalığın yarısı adamın görme özürlü olduğuna inanmaz, birazı duygu sömürüsü yapıyor zanneder, bir kısmı değecek birşey olsa sattığı kandırmanın hesaplarını yapar... çok azımız farkederiz adamın hakikaten namusuyla para kazanma çabasında olduğunu...

    1 milyon uzatır, kendi kendinize iyilik yapmaya niyetlenir "bana 2 tane ver, yeter" dersiniz...
    "olmaz abi, 10 tanesini satıyorum 1 milyona" der...
    ısrar edersiniz, inatla kabul etmez, "abi, haketmediğimi almam ben" cümlesini duyarsınız...
    "ben helal ediyorum" demeniz birşey ifade etmez, o daha keskin "bakıyordur" duruma, daha fazla uzatmaz, 10 yara bandını alır gidersiniz...

    iş biter, dönüşte sizin yaptığınız konuşmanın neredeyse aynısı iki genç kızla onun arasında yapılıyordur.
    kızlar sizden ısrarcı çıkınca başka bir çözüm önerir adam;
    "abla, o zaman ben sizin almadığınız bu artanları sizden sonraki müşterime veriyorum, ama helal edin..."

    konuşmanın ardından ne olacağını görmek için beklemeye başlarsınız...

    biri gelir birkaç dakika içinde, verir 1 milyonu alır 10 tane yara bandını, tam gidecekken bizimki "pardon abla," diye başlar anlatmaya, ve ısrarla ona verir elinde önceki seferden kalan 8 tane yara bandını...

    az üzülür, biraz burulursunuz,
    az önce 50 yara bandı parasına yediğiniz döner ekmek düğümlenir boğazınızda...

    bir görme özürlü adam vardır maltepe pazarının girişine yakın yara bandı satan,
    bakmanın ötesinde görmeyi öğretiyordur insana yanından her geçildiğinde...

    malum,
    10 adet yara bandı 1 milyon değerinde...

  • eğer rahat ve huzurlu bir yaşam istiyorsanız, "çok fazla parada gözüm yok" diyorsanız, ihtiraslarınızın değil keyfinizin kölesiyseniz; bölüm olarak tek tercihiniz resim öğretmenliği olsun.

    * işsizliğin kol gezdiği türkiye'de, en çok personel alımı yapan kurum millî eğitim bakanlığı'dır. resim öğretmeni, her okulun ihtiyacıdır. olmazsa olmaz.

    * mezun olduktan sonra ilköğretim okulunda çalışmaya başlarsanız; 90 gün kafa, 15 gün şubat, 23 nisan, 19 mayıs, 30 ağustos, 29 ekim, 9 gün ramazan, 9 gün kurban, 48 gün cumartesi, 48 gün pazar tatili yaparsınız. bir de rapor çakarsanız sizden güzeli olmaz. yanaklarınız al al olur; semiz, gürbüz bir insan olursunuz.

    * bir öğrencinin resim, heykel gibi sanat dallarına yeteneği yoksa, velisi bunu olgunlukla karşılar. matematik kötüye gidiyorsa; veli okulu istila eder, öğrencileri rehin alır, müdürü yakar, hademeyi keser.

    * müzik öğretmeni her pazartesi sabahı ve cuma akşamı okulda hazır bulunmak zorundadır. gecede 30 bin dolar para alan şarkıcı müsveddeleri "ay sabah sabah sesim hiç çıkmıyor" derken, müzik öğretmeni, her pazartesi sabahı "koooork maaaa" diye ses vermektedir. beden eğitimi öğretmeni okulun kadrolu bodyguard'ıdır. resim öğretmeni "yapma yavrum" dese yeterlidir. hatta onu bile demese olur.

    * ödev vermek, ödevleri okumak -daha doğrusu bakmak- kolaydır. resim ödevlerinin %96,78'i* yavrucağın annesi tarafından yapılmaktadır. tam not verirseniz; hem yavru, hem annesi hem de sülalenin geri kalanı memnun olur.

    * tahminimce öğrenciliği zordur, ama istikbâli parlaktır. millet hastanelerde, plazalarda, fabrikalarda tırmalayıp, 7 günlük iznin hayalini kurarken, siz izinleri kuru bamya gibi dizip balkona asarsınız.

  • - lisedeki sevgilinizle ayrılacaksınız. ayrılmayın.
    - bölümün en güzel ve popüler kızına yazılacaksınız. yazılmayın.
    - yurttan ayrılıp eve çıkacaksınız. çıkmayın.
    - kız arkadaşınızın evine yerleşeceksiniz. etmeyin.
    - öğrenim kredisine başvuracaksınız. eylemeyin.
    - tavsiyeleri iplemeyeceksiniz. canınız saolsun.

  • dunyamizdaki hayatin devamliligini saglayan en buyuk etmenlerden birinin de jupiter gezegeninin varliginin olmasi.

    evet jupiter gezegeni; gunes sistemizde deli fisek gibi dolanan kuyruklu yildizlari ve basi bos dolanip adeta dusecek yer arayan astreoidleri devasa boyutunun olusturdugu yuksek cekim gucu ile uzerine ceker. dunya'miz icin bir nevi kalkan islevidir bu.

    bu yuzden, baska bir gezegende hayat olabilmesi icin dunyadakine benzer sartlar olmasi gerekirken (sulfur bile yeterli), hayatin devamliligi icin gunes gibi surekli bir enerji kaynaginin olmasinin yanisira o gezegenin bulundugu gezegenler sisteminde -ayni jupiter'in yaptigi islevi gorebilecek- devasa bir gezegenin olmasi gerekliligi ongorulmustur.

  • turkiye'de her gun yasananan ve yasanmaya devam eden kadin cinayetlerinden sadece bir tanesidir. eril tahakkumun bir de uzerine islam ve seriat zirhini gecirerek iyice delirmesi, cirkinlesmesi, kotulesmesi neticesinde hayatini kaybetmis guzel kadinlardan sadece birisidir. kendisinin inancli bir musluman olmasi sadece bir detaydir aslinda. evet, onemli bir detay ama konca kuris aslinda her seyden once kadin meselesine hele hele 90lar gibi turkiye'nin zor yillarinda kadin meselesine takmis, uzerine dusunmus, cozum bulma yoluna gitmis aktivist bir kadindir. bugun akp neo-liberalizme sonsuz inanci ile zenginlestikce zenginlesti, kadinlari ozellikle de basortulu kadinlari sozde destekledi, onlari vitrinin onune koydu, "bakin kadinlar bizim degerli varligimiz" gibi sozde itibar eden ama kucumseyici tavir politikasini uyguladi. uzucu olan su, buna inanan bireyler, kadinlar var turkiye'de. cikip bu politikalari savunan, basortusu ile her turlu kustahligi yapma hakki gorup sonra da muktedirin yamacinda yasayan. iste kadinlar, ozellikle de islamci, basortulu kadinlar cikip sozde islami entelektualitenin temsilcisi olarak sadece muktedir olani ovmekten bahsedebiliyorlar veya haklarini bir nebze arayabiliyorlar, ya da ugur isilak gibi bir capsizin kendisini temsil ettigi partinin kadin kollarinda varlik gosteriyorlarsa ise sebebi konca kuris gibi kadinlarin bu ugurda feda ettikleridir.

    oglu annesinin kaybolus surecesini aciklamis. cirkinligin, kotulugun, "dunyanin en guzel dini" adina islenen cinayeti hatirlamak, hic unutmamak icin: http://www.hurhaber.com/…sonra-konustu/haber-673505

  • sanırım şu ana kadar bu başlığa ilk kez yazıyorum.

    ş e h i d i n tabutuna kolunu dayadı ve hanımefendiler,beyefendiler diyerek cenaze töreninde konuşmaya başladı.

    söyleyeceklerim bu kadar.

  • william shakespeare yaşasaydı sözleri itibariyle onun en sevdiği şarkılardan biri olurdu "jambi". hatta bu şarkının sözleri üzerine maynard james keenan'ı halefi dahi ilan edebilirdi belki. ama shakespeare yüzyıllardır aramızda olmadığından ve pun sanatında shakespeare denli yetkin insanlar olmadığımızdan keenan'ı shakespeare kalitesinde bir şair olarak "görmekten" fazlasını yapamıyoruz ne yazık ki.

    bir albüm olarak "10.000 days" her ne kadar "lateralus" ile kıyaslandığında çift ve kapalı anlamlılık yönünden çok daha açık bir şarkı listesi ihtiva etse de söz konusu şarkılar arasındaki anlam örgüsü bu albümü dört başı mamur bir konsept albüm mertebesine yükseltiyor. albümün isim öyküsünden "jambi"ye, "wings for marie"den "right in two"ya dek albüme dair hemen her şey keenan'ın annesi etrafında şekillenen ve dinleyiciye daima dini bir üslupla takdim edilen özel hayatını yansıtıyor.

    2014 ekim'inde bir şarkı olarak "10.000 days" hakkında yazdıklarımda keenan'ın kutsal üçleme'sinin "baba, oğul ve kutsal ruh"tan değil, "baba, judith marie ve kutsal ruh"tan meydana geldiğini iddia etmiştim. "judith"te beline doladığı meryemoğlu isa'yı halen daha tam anlamıyla affetmediğini sezinlediğim keenan'ın dinsel yaşantısında isa'nın yokluğunda açılan boşluğu dini bir figür olarak annesiyle doldurduğunu belirtmiştim. izaha çalışacağım "jambi" ise "judith" ile "wings for marie" arasındaki 6 senelik dönüşümün neleri kapsadığını özetleyen yedi buçuk dakikalık bir şarkı.

    şarkının ismi hakkında suser'larımızdan levantin'in de belirttiği gibi üç farklı teori var. bunlardan ikincisi "jambi"nin isim babasının pee-wee herman'ın cini jambi olduğunu iddia ediyor ve adam jones'un şarkı hakkında söyledikleri ışığında bakıldığında bu tez kuramlaşmaya en yakın tez halini alıyor. zira justin chancellor şarkının ham haldeki bass yürüyüşünü yazıp gitarist jones'a dinlettiğinde jones pee-wee's playhouse'daki jambi'nin söylediği ve «meka leka hay meka hayni ho» diye giden şu tekerlemeyi anımsayıp chancellor'a dinletmiş. o da zaten aşikar olan benzerliği gözardı etmemiş ve demoya kahkahalar eşliğinde verilen "jambi" ismi şarkı son halini kazandığında da aynen korunmuş.

    "jambi"de dört önemli figür olduğunu düşünüyorum ben. şarkının öznesi elbette maynard james keenan ve olaya onun penceresinden bakıyoruz. keenan'ın karşısında uğrunda tüm şanını, şöhretini hatta gözlerini dahi feda etmeye hazır olduğu annesi judith marie keenan var. şeytan, maynard keenan ile judith marie arasına girip keenan'ı annesinden uzaklaştırmaya çalışan üçüncü figür olarak çıkıyor karşımıza. dördüncü figür ise entry'nin girişinde coşkuyla shakespeare'i anmama sebep olan bir pun takip edildiği takdirde görünürlük kazanıyor.

    "jambi"nin odağında geçmiş pişmanlıkların esareti altında kalmış bir anlatıcı var. sözlerin bugünü itibariyle "değişmiş" bir anlatıcı bu, daha doğru bir ifadeyle "değiştirilmiş" bir anlatıcı. ilk mısralar okuyucu ve dinleyiciye krallara yaraşır bir zirvede sultanlara layık bir ziyafet çeken bir adam sunuyor. yediği önünde yemediği arkasında bulunan bu adam için en uç hayalin dahi gerçekleşmesi işten bile değil. çok geçmeden öğreniyoruz ki tüm bu zenginliği, bu ziyafeti, bu zirve manzarasını mümkün kılan, adamın yazdığı şarkılarla şeytan'ı ayartması ve ruhunu ona satması olmuş. fakat gün geliyor ve anlatıcı fark ediyor ki ne altın, ne et, ne manzara... hiçbiri kar etmiyor çünkü anlatıcının varlık merkezini maddi zenginlikler değil, aklından, ruhundan ve canından bir "parça" saydığı ve kendisini bir bütün halinde tutan bir insan dolduruyor. bu insanın ateşler içinde geçen 10.000 günün* neticesinde bilinen dünyayı terk etmesi, anlatıcının varlık merkezinde şanla, şöhretle, maddi zenginlikle doldurulamaz bir boşluk açıyor. ve anlatıcı, yani keenan, bu boşluğun ancak annesi judith marie'nin isa-vari bir figür halinde sembolleştiği bir maneviyata sarılmakla kapanabileceğini düşünmeye başlıyor.

    isa'nın judith marie'den bağımsız bir figür olarak kendini gösterdiği üç ayrı nokta var eserde. bunlardan ilkinde isa inananları tarafından kendisine atfedilen kurtarıcılığını yapıyor ve keenan tam kötücül zenginlikler içinde boğulacakken gelip işlerin seyrini değiştiriyor; keenan'ı yükseltip nihayetinde annesine kavuşacağı yola sevkediyor. ikinci nokta ise kendisini "güneş", yani "sun" üzerinden uygulanmış bir pun'da ele veriyor. pun, bir sesi bir cümlede iki farklı kelimenin iki farklı anlamda anlaşılmasına olanak verecek biçimde kullanma sanatıdır. shakespeare'den bir örnek: "hamlet"in ikinci sahnesinde hamlet ile babasını katleden amcası claudius arasında bir diyalog geçiyor. claudius kara kıyafetler içindeki hamlet'in matem havasındaki mizacını garipseyip ona «how is it that the clouds still hang on you?», yani «hala mı bulutlar altında, yas içindesin?» diye soruyor. hamlet ise buna «not so, my lord; i am too much i' the sun», yani «hayır, efendim, aksine güneş'in altında fazla kaldım» diye karşılık veriyor ve "güneş" anlamındaki "sun" ile "oğul" anlamındaki "son" kelimeleri arasında eşzamanlı bir anlam bağı kuruyor. yani diyor ki, «hayır, amca, matem havasında olduğumdan değil, babamın kanını temizleme görevinin yükü onun oğlu olduğum için benim sırtımda olduğundan böyle karanlığım.»

    keenan da «shine on forever benevolent sun» demekle yanlızca güneş'i değil, aynı zamanda son'ı, yani oğul'u, yani isa'yı da daima parlamakla görevlendirmiş oluyor. isa'yı "jambi"de (tıpkı "10.000 days"te yaptığı gibi) cennet'e varan yolu aydınlatan bir "nur" ve (tıpkı "right in two"da yaptığı gibi) ikiye bölünmüş olanları birleştirmeye kabil bir "güç" olarak konumlandırıyor. isa'nın sözler arasında üçüncü kez dirilmesi ise son iki mısrada, keenan'ın «silence, legion. save your poison» dediği noktada vuku buluyor. burada "legion", "lucifer"a benzer şekilde şeytanı işaret ediyor. türkçeye "tümen" adıyla çevrilen legion'un farkı, klasik şeytan anlayışının aksine tekil değil de çoğul bir varlık olması. yeni ahit'teki markos kitabının beşinci babında yer alan bir şeytan çıkarma hikayesi şöyle:

    «1) gölün karşı yakasına, gerasalıların memleketine vardılar. 2) isa tekneden iner inmez, kötü ruha tutulmuş bir adam mezarlık mağaralardan çıkıp o'nu karşıladı. 3) mezarların içinde yaşayan bu adamı artık kimse zincirle bile bağlı tutamıyordu. 4) birçok kez zincir ve kösteklerle bağlandığı halde, zincirleri koparmış, köstekleri parçalamıştı. hiç kimse onunla başa çıkamıyordu. 5) gece gündüz mezarlarda, dağlarda bağırıp duruyor, kendini taşlarla yaralıyordu. 6) uzaktan isa'yı görünce koşup geldi, o'nun önünde yere kapandı. 7) yüksek sesle haykırarak, ‹ey isa, yüce tanrı'nın oğlu, benden ne istiyorsun? tanrı hakkı için sana yalvarırım, bana işkence etme!› dedi. 8) çünkü isa, ‹ey kötü ruh, adamın içinden çık!› demişti. 9) sonra isa adama, ‹adın ne?› diye sordu. ‹adım tümen. çünkü sayımız çok› dedi. 10) ruhları o bölgeden çıkarmaması için isa'ya yalvarıp yakardı. 11) orada, dağın yamacında otlayan büyük bir domuz sürüsü vardı. 12) kötü ruhlar isa'ya, ‹bizi şu domuzlara gönder, onlara girelim› diye yalvardılar. 13) isa'nın izin vermesi üzerine kötü ruhlar adamdan çıkıp domuzların içine girdiler. yaklaşık iki bin domuzdan oluşan sürü, dik yamaçtan aşağı koşuşarak göle atlayıp boğuldu.»

    evet, tümen'in incil'deki varlığı ile "jambi"deki varlığı arasında doğrudan bir ilişki var ve öyle görülüyor ki keenan çoğulluğu şeytanilik ile eşliyor. deyim yerindeyse «nerede çokluk, orada kötülük» demeye getiriyor. üstelik bölünmüş olanın, çoğul olanın birleşip tekilleşmesine dönük bu arzusunu "jambi"de bir yan konu olarak işlemekle de kalmayıp beş şarkı sonra "right in two"da bir ana konu haline getiriyor. keenan'ın algı dünyasındaki bu "bir olmak" fikrinin izini sürmek de mümkün. keenan'ın görüşlerini en fazla etkileyen isimlerden biri bill hicks'ti ve bill hicks gösterilerinde daima "bir olmak" haline vurgu yapıyordu. uyuşturucunun o kadar da kötü bir şey olmadığı iddiasına değindiği bir defasında (bizzat deneyimlediğini tahmin ettiğim) alternatif bir uyuşturucu tribini şöyle haberleştirmişti: «bugün uyuşturucu almış genç bir adam madde dediğimiz her şeyin yavaşça titreşen sıkıştırılmış bir enerji olduğunu, hepimizin kendisini öznel olarak deneyimleyen tek bir bilinç olduğumuzu, ölüm diye bir şeyin olmadığını, hayatın yalnızca bir rüya olduğunu ve kendimizin hayalleri olduğumuzu fark etti.»

    bill hicks bu tespitlerinde haklı mı, bilmiyorum. doğrusu tüm bu metafizik yaklaşımlar hayatı materyalist bir yorumla izlediğim penceremden bana ziyadesiyle renkli birer masal gibi görünüyor. ben, hicks'in aksine insanın tek başınayken dahi bir bütün teşkil etmediğini, kişinin kendisine dair görüşlerinin her geçen an değişip yenilendiğini ve zaman içinde kendilerine dair milyonlarca "benlik" yaklaşımı edinen insanların bir bütün oluşturmaktan sahip oldukları benlik görüşü miktarınca uzakta oldukları kanaatindeyim. yine de, bill hicks ve maynard james keenan gibi insanlara bize hayata dair öznel tecrübelerini duyurdukları için ne kadar teşekkür etsek azdır herhalde. onları dinliyor, onları izliyor ve kimimiz ne olduğunu, kimimiz de ne olmadığını anlamaya bir adım daha yaklaşmış oluyor bu sayede.

    o halde, sözlerin el emeği, göz nuru bir çevirisini de entriye ekleyip son noktayı koyuyorum.

    ~~

    krallara layık bir dağ manzarası, işte burası
    olmadık hayallerin gerçekleştiği yer, işte burası
    sultanlara layık ziyafetleri işte burada yapıyorum
    et ve ganimet dolu soframda azla yetinmiyorum
    ama bilseydim ki gün gelecek ve seni kaybedeceğim
    bunların hepsi benden uzak olsun isterdim
    şeytan ve kötülüğü hazırlıksız yakaladı beni
    sandım ki karanlık tarafta buldum gerçek sevgiyi
    çırpındım durdum karanlık denizler boyunca
    az kalsın boğulacaktım, boynuma gelen bu suda

    ama sen geldin ve değiştirdin her şeyi
    doğru yola sevkettin ve yükselttin beni
    işte bu yüzden hepsi benden uzak olsun isterdim
    yalvardım bir kahpe gibi tüm gece boyunca
    dua ettim bir kurban gibi gün doğuncaya dek
    ayarttım şeytanı çaldığım bir şarkımla
    elde ettim sahip olmak istediğim her ne vardıysa
    ama ben
    isterdim
    yapabilseydim
    isterdim
    benden uzak olsun
    benden uzak olsun
    hepsi benden uzak olsun
    hepsi benden uzak olsun isterdim

    yüreğimi koparıp atmamı sağlayacak
    ya da yaptıklarımı haklı kılacak hiçbir paye yok
    işte bu yüzden yapabilseydim hepsi benden uzak olsun isterdim
    işte bu yüzden yapabilseydim hepsi benden uzak olsun isterdim
    yarının gelip seni benden koparacağını bilseydim
    aklımın huzuru, her şeyim, yüreğimdin sen
    hayatta bir gün daha tutunmak için çabalıyordun sen

    lanet olsun gözlerime!
    eğer beni senden ayıracaklarsa
    lanet olsun gözlerime!
    arzular ve ihtiyaçlar arasında kararsız kalacaksa aklım
    ölüp gideyim ben de...

    daima parla cömert güneş
    daima parla
    parla kırılmışların üzerine
    iki yeniden bir oluncaya dek
    daima parla cömert güneş
    daima parla
    parla bölünmüşlerin üzerine
    iki yeniden bir oluncaya dek
    bölünmüşüz, sönüp gidiyoruz
    bölünmüşüz, sönüp gidiyoruz
    parla çokların üzerine, cömert güneş, parla
    parla ve yolumuzu aydınlat ki
    birlikte soluk alalım

    işte böyle, birlikte tutunuyoruz hayata
    bir gün ve bir mevsim daha
    sus, tümen. harcama zehrini boşuna
    sus, tümen. durma yolumda

  • jean michael seri'yi kötüleyeceksiniz bari fulham denen çöplük takım üzerinden yapmayın. adamlar geçen yıl 3 tane hoca değişikliğine gitti. üstelik o kadar kötü kadro kurulmuştu ki sonradan alınan babel bile bu takımda fark yarattı.

    sezona slavisa jokanovic ile başladılar. daha 10 hafta dolmadan paketlendi ve yerine raineri geldi. ligin son 10 haftası kaldığında da raineri'nin yerine 8 yıl fulham forması giyen scott parker'ı hoca yaptılar.

    takım championship'den bile zaten zar zor premier lige çıkmıştı ve slavisa jokanovic ile devam kararı aldılar. championship'te 1. olup direk yükselen wolwes'in tam 11 puan gerisinde 3. olan bir takımdı fulham. bu kadar sıkıntılı kadroya sadece jean michael seri alıp sanırım premier ligde kalınmayı beklemiyorsunuz. sonuç olarak fulham kadro mühendisliği sorunlu bir takımdı. üstelik premier lige yükseldiklerinde de kadroya ciddi derecede takviye yapmadılar. sonuç olarak premier ligde barınamadılar. üstelik takım hem kötü oynuyor hem de leblebi gibi gol yiyordu. fulham premier ligin en çok gol yiyen ve en az gol atan takımıydı. zaten böyle leblebi gibi gol yiyen bir takımın hücumu hiç bir zaman düzelmez çünkü arkayı sağlama almadıktan sonra istediğin kadar gol at. -47 averaj ile küme düşen bir takımda elbette bencil oyuncular değerine değer katardı. ama jean michael seri o bencillikte bir adam değil. o yüzden de fulham macerasını çok fazla kıyaslamamak lazım. hastalığı ya da başka etkenlerde bu konuda çok etkili olmamıştır. bozuk meyvelerin arasına sağlam meyveyi de koyarsanız sağlam meyvede bozulur. fulham'ın geçen yıl ki çöp kadrosuna messi'yi koysanız yine fark yaratamazdı. çünkü fulham izleyenleri kabız eden kötü bir takımdı.

    jean michael seri'nin en iyi dönemi de belhanda ile beraber oynadığı 2016-2017 sezonuydu. belhanda ile beraber 10 gol 14 asist yaptı. iyi de bir ikili oluşturmuşlardı. ikisi de birbirlerine iyi ikame eden oyuncular. o yüzden jean michael seri'nin belhanda ile orta saha da çok iyi oynayacağını düşünüyorum. ayrıca orta sahaya bu iki oyuncunun arkasına mutlaka süpürücü bir defansif orta saha lazım. iki oyuncu da oynadıkları mevki itibari ile çok top kaybı yapacaklar. arkalarını toplayacak bir oyuncuya ihtiyaç var. burada ki arkadaşlar bu adamı fernando ya da yaya toure tarzı bir orta saha zannetmesin. bu adam ofansif orta sahadır.

  • 5 milyon türk'ün 4 milyonu türkiye'ye gönderilme korkusundan gıkını çıkaramaz. çünkü vasıfsızlar. temizlik, fabrika işçiliği, kasiyerlik gibi işler yaparak türkiye'deki üst düzey yöneticilerle aynı maaşı alıyorlar. bugün almanya türkiye'ye savaş açsa sınırdışı edilirim türkiye'de aç kalırım diye gıkını çıkarmazlar.

  • kendi öztürkçe alfabesini okuyamamayı dert etmeyip, arap alfabesini ecdadının zanneden ve bu yüzden modern latin alfabesini eleştiren arap tohumu sahte türklerin dert ettiği problem. ecdad dediği osmanlı'da halk eğitimsiz bırakıldığı için (bu arap tohumluların) dedelerinin (cahilliği) bunlara da geçmiş (olmalı). gerçi bu paragrafın yarısını anlayamayacaklar ama biz yine de yazalım.

    12.10.22 11:06 düzeltmesi
    hukuken sakıncalı bulunabilecek bazı ifadeler değiştirilmiş ve parantez içindeki kısımlar eklenmiştir. tüm metin ilgili siber suçlarla mücadele birimi arkadaşlarca kontrol edilmiştir.

  • şurada rastladığım olay.

    özetle, sınıf annesi, sevda öğretmene öğretmenler günü için sınıfça pahalı bir markanın montunu aldırır. ali kaan adlı çocuğun velisi inci hanım hediyeye katılmaz. çalıştığı yerden izin alamadığı için sınıfta yapılan öğretmenler günü kutlamasına da gelemez. öğretmen whatsapptan veliye "çıkarttığınız problemden dolayı üzgünüm" şeklinde mesaj atar. ardından, önceden hiçbir problem yaşamamış çocuğun "uyumsuz ve arkadaşlarına kötü örnek olduğu" gerekçesiyle sınıfının değiştirilmesine karar verilir.

    görsel